Dünyadaki İlk Hava Trafik Kontrol Kulesinden Bugüne Neler Değişti?

Günümüzde yüz binlerce uçuşta milyonlarca insan, sorunsuz bir şekilde gitmek istediği yere ulaştırılabiliyorsa bunda hiç kuşkusuz havadaki ve yerdeki trafiğinin mükemmel bir şekilde yönetilmesinin payı çok büyük. Havacılık, eğer en güvenli ulaşım metodu olarak kabul görüyorsa, bunda hava trafik kontrol kuleleri ve bu kulelerde görev yapan kontrolörlerin, etkileri yadsınamaz bir gerçek. Peki bir havalimanındaki trafiğin, yüzlerce kilometre ötedeki bir odadan yönetilmesi size nasıl hissettirir? Teknolojinin bir nimeti mi dersiniz yoksa endişelerinize yeni birini mi eklersiniz?

Gelin bugün Wright kardeşlerin ilk uçuşundan 17 yıl sonra havacılık sahnesine çıkan ve o günden sonra sektörün ayrılmaz bir parçası haline gelen hava trafik kontrol kuleleri ve onların zaman içindeki dönüşümünü konuşalım.

DÜNYA’NIN İLK HAVA TRAFİK KONTROL KULESİ

1920 yılının Şubat ayında, Londra’nın merkezindeki Croydon Havaalanı’nın çim pistinin hemen yanında, 4,5 metre yüksekliğindeki ince sütunlar üzerinde ayakta durmaya çalışan, her tarafı geniş pencereler ile çevrili, daracık balkonlu küçük kare bir ahşap kulübede başladı hikaye.

İçinde resmi olarak hiçbir havacılık eğitimi almamış az sayıda gazinin görev yaptığı bu kulübe, günümüz seyahat severleri için asla güven verecek bir durumda olmasa da havacılık dünyası için çok özel bir yolculuğun çıkış noktasıydı.

25 Şubat 1920’de hizmete başlayan dünyanın ilk hava trafik kontrol kulesi, belki de kurucularının bile hayal edemeyeceği dev bir miras konumunda. Küresel havacılık endüstrisine sınıf atlatacak teknolojiler, bu bataklıktan yükseldi desek yanlış olmaz.

İNGİLTERE’NİN HAVACILIK FARKINDALIĞI

1920’de İngiltere Birinci Dünya Savaşı’nın faturasını ödemek için, o sıralarda filizlenmeye çalışan havacılık sektöründen de yararlanmayı amaçlıyordu. Uçak motorları her zamankinden daha büyük ve daha güçlüydü. Radyo iletişimi büyük bir hızla ilerlemişti. İngiliz hükümeti ticari hava yolculuğunun potansiyeli konusunda büyük bir farkındalık yaşıyor ve havacılık ile ilgili bütün faaliyetlerin çeşitli düzenlemelere ihtiyacı olduğunu görüp konuyla ilgili aksiyon almaya çalışıyordu. Londra’dan Paris’e ilk ticari uçuş 1919’da başlamıştı. O dönemde tüm gözler, ilerleyen yıllarda cazibesini ülkenin en büyük havacılık merkezi Heathrow’a kaptıracak olan Croydon Havaalanı’ndaydı.

Bu ahşap kulübenin inşa edildiği güne kadar, pilotlar navigasyon için haritalara ve çıplak gözle yaptıkları gözlemlerine güveniyordu. Ancak çok kısa bir süre içinde daha karmaşık yöntemlere ihtiyaç duyulacağı aşikardı. Bu konuda çığır açan gelişme, radyo iletişim teknolojisinin uçaklara entegrasyonu oldu. Bir uçaktan radyo yayını yaptığınızda, yerdeki alıcı istasyonlar, uçağın konumunu ve tam olarak nerede olduğunu hesaplayabilecekti. Bu gelişme, kontrolörlerin sadece pilotlarla konuşmalarına değil, uçağın tam olarak nerede olduğunu saptamalarına ve tavsiyelerini buna göre verebilmelerine olanak sağlayacaktı.

Kulede, kalkış ve iniş yapan uçakları, duvara asılı kağıttan bir harita üzerine çeşitli işaretlerle belirtip, yanlarına notlar alan Sivil Havacılık Trafik Görevlileri çalışıyordu. Yanlarında çalışan Telsiz Görevlileri de yer ve hava arasındaki bağlantı görevini üstleniyordu. Radyo iletişimi ve mors kodunu kullanmak üzere eğitildiler, pilotlara uçuş rotalarını, trafik bilgilerini ve rüzgar raporlarını iletiyorlardı. Rüzgar bilgisini de çatıdaki bir rüzgar gülünden elde ediliyordu. Her şey oldukça ilkel ve organikti.

HAVA TRAFİK KONTROLÖRLERİNİN İŞ YOĞUNLUĞU

Bugünün standartlarına göre çok yoğun bir iş tempoları yoktu. 1920’de, hava trafik kontrolörleri günde yaklaşık 10 civarında uçuşu takip ediyordu. Bu da yılda yaklaşık 7.000 yolcunun seyahat ettiği bir tabloyu gösteriyor. Ancak rakamlar zaman içinde hızla arttı: 1926’da yılda 19.000, 1931’de 45.000 yolcu havayolu ile seyahat etti. Pandemiden hemen önce 2019’da ise gezegenimizde 4,5 milyar uçak yolcusu olduğunu hatırlatalım.

Başlangıçta, uçuşlar yalnızca Avrupa rotalarında gerçekleşiyordu. Paris, Rotterdam, Brüksel, Amsterdam ve İngiliz hükümetinin denizaşırı sömürgelerine yapılan uçuşlar, havacılığın neredeyse tamamıydı. 1929’da Imperial Airways, Hindistan’a ilk hava bağlantısını yedi günlük bir seferle başlattı. Yakıt ikmali için her gece farklı bir yerde geceleyen yolcular için bu meşakkatli yolculuk, çok daha uzun süren deniz ve tren yolculuğuna tercih edilebilir bir seçenek olarak haline gelmişti. Kısa süre sonra, Orta Doğu ve Asya kıtası da uçakla erişilebilir duruma geldi.

MAYDAY ÇAĞRISININ İCADI!

Kule, aslında tam bir okul gibiydi. İş tanımı yoktu. Personeller, navigasyon ve iletişim tecrübesine sahip insanlardan seçilmesine rağmen, resmi bir eğitimleri yoktu. Herkes eksikleri anlamak ve kendini geliştirmek için birlikte çalışıyordu.

Bir havalimanının nasıl görünmesi veya nasıl bir sisteme sahip olması gerektiğine dair bir plan olmadığı için, hava yolculuğunun güvenli bir şekilde büyümesini sağlayacak fikirleri geliştirmek, test etmek ve uygulamak bu ahşap kulübedeki havacılığın öncülerinin sorumluluğundaydı.

Buna verilebilecek en iyi örnek, 1921’de kulede görev yapan Radyo Kontrolörü Fred Standley Mockford‘un uluslararası tehlike çağrısı Mayday’ı icat etmesi. Birinci Dünya Savaşı sırasında iletişim alanında çalışan Mockford’a Hava Bakanlığı tarafından radyo yayınlarında öne çıkacak bir acil durum uyarısı bulma görevi verildi.

Acil durumlarda, tüm pilotlar ve kule personelleri tarafından kolayca anlaşılabilecek bir kelime arayan Mockford, o sırada hava trafiğinin büyük bir kısmı Croydon ile Paris’teki Le Bourget Havaalanı arasında olduğu için, Fransızca’da ‘bana yardım etmeye gelin’ anlamındaki venez m’aider cümlesinin kısaltılmış hali ‘bana yardım etmeye’ m’aiderden  ve ardından da “mayday” tabirini önerdi.

Bu öneri Hava Bakanlığı tarafından 1924’te kabul edildi ve 1927’de bugün hala kullanılmaya devam eden uluslararası bir standart haline geldi. “Mayday” çağrısından önce, SOS, mayday çağrısına eşdeğer bir Mors koduydu.

CROYDON KULESİ HAVACILIK MÜZESİ OLDU!

1919’daki ilk Londra-Paris ticari uçuşunun kaptanı Bill Lawford da daha sonra Croydon’da Hava Trafik Kontrolörü oldu. Croydon Havaalanında hizmete başlayan ilk hava trafik kontrol kulesi, 1928’de, Marconi tarafından özel olarak inşa edilmiş iletişim teknolojisi ile donatılarak, zamanının en büyük ve en gelişmişi durumundaydı. Ancak Croydon, 1946’da İngiltere’nin en önemli hava taşımacılığı merkezi olarak kabul edilen Heathrow’un arkasında kaldı. Croydon’un hava trafik kontrol kulesi bugün bir havacılık müzesi olarak hizmet veriyor.

HAVA TRAFİK KONTROL KULELERİ TEKNOLOJİ MERKEZİ!

İlk kulenin hizmete başlamasının üzerinden geçen 100 yılı aşkın zamanda, dünyanın dört bir yanında milyarlarca insanın seyahat ettiği yüzbinlerce uçuş yönetiliyor. Bütün bu süreçte Croydon’da temelleri atılan hava trafik kontrol kulesi prensipleri benimseniyor. Elbette yönetilen hava trafiğinin hacmi ve kontrolörlerin kullandığı araçlar konusunda Croydon’daki kulübeye göre epey uzun bir yol kat edildi. Uçmanın daha güvenli hale getirilmesine yardımcı olmak için en son teknolojiden yararlanılarak daha verimli ve daha emniyetli bir süreç yürütülüyor.

Uçuşların çevresel performansını iyileştirmek için gerçek zamanlı uydu takibi, havalimanlarında gecikme ve rötarları azaltmak için kullanılan Yapay Zeka uygulamalarının yanında, hava trafik kontrolörlerinin, meydandaki hava ve yer trafiğini uzaktan yönetmesine olanak tanıyan sanal kontrol kuleleri de yaşanan gelişmelerden biri.

İLK ‘UZAKTAN’ HAVA TRAFİK KONTROL KULESİ!

Nisan 2015’te dünyanın ilk uzaktan hava trafik kontrol kulesi İsveç’te faaliyete geçti. Örnsköldsvik Havaalanı’ndan 123 kilometre uzaklıktaki tesisten, uçuşlar yönetilmeye başladı. Pist üzerindeki yüksek çözünürlüklü kameralar, mikrofonlar, sinyal lambaları ve meteorolojik sensörlerden oluşan bir sistem, tüm verileri trafik kontrolörlerinin görev yaptığı uzaktaki kuleye göndermeye başladı. Hedef aynı merkezden İsveç’teki üç küçük havalimanının trafiğini de yönetmek olarak belirlendi. Bu konuda pek çok ülkede çeşitli projeler geliştiriliyor ve dünyanın dört bir yanında hava trafiğinin uzaktan yönetilmesi üzerine büyük yatırımlar yapılıyor.

UZAKTAN KULEYE SAHİP İLK ULUSLARARASI HAVALİMANI

Geçtiğimiz hafta bu konuda çok kritik bir eşik daha açıldı. Ocak ayından bu yana devam eden sistem testlerinin başarıyla tamamlanmasının ardından, uzaktan hava trafik kontrol operasyonlarını başlatan ilk uluslararası havalimanı London City oldu. Sanal kontrol kulesi teknolojisinin uygulamaya alınmasıyla, tüm hava trafik operasyonları, havalimanından 145 kilometre uzaktaki bir kontrol merkezinden yönetilmeye başlandı.

İsveçli havacılık şirketi Saab tarafından inşa edilen yeni kule, kontrolörlere pistin, taksi yollarının, apronların ve hava sahasının 360 derecelik canlı bir görünümünü vermek için 16 yüksek çözünürlüklü kamera ve havaalanını çevreleyen 50 metre yüksekliğindeki direklere monte edilmiş sensörler içeriyor.

Kameralardan ve sensörlerden gelen bilgiler daha sonra fiber optik kablolarla, havaalanından 144 kilometre uzakta Hampshire Swanwick’te bulunan kontrol merkezine iletiliyor. Radar ve sensör bilgilerinin yanı sıra havalimanının canlı ses beslemesiyle eşleştirilen canlı panoramik görsel yayın, kontrolörler tarafından havalimanındaki hava trafiğini yönetmek için kullanılıyor.

Uygulamaya alınan bu sistem, verimliliği artıracak ve gelecekte havalimanı trafiğinde yaşanacak artışa uyum sağlayabilecek. Çünkü aynı sayıda kontrolör, sistem tarafından sağlanan ek bilgiler sayesinde daha fazla sayıda uçak hareketini idare edebilecek.

Geliştirilen sistemde, siber güvenlik önlemlerinden, başıboş kuşların görüşü ve kayıtları etkilemesini önleyen güvenlik sistemlerine kadar her şey düşünülmüş.  Sistem ile hava trafiğinin daha emniyetli hale gelmesini sağlayan şey ise hava trafik kontrolörlerine daha fazla veri sağlanıyor olması.

Sistem ile kontrolörlerin temelde yaptığı işin değişmediğini belirten uzmanlar, kontrolörlerin hala gözleriyle uçağı bulup izlemek zorunda olduklarını söylüyor. Aradaki fark ise, pencereler yerine ekranları kullanmaları. London City’nin yeni sanal kulesinin diğer büyük havalimanlarının ilgisini çekmesi ve benzer sistemlerin gelecekte daha yaygın hale geleceği düşünülüyor.

Uzaktan hava trafik kontrol kulesine ilgi duyduğunu açıklayan ilk büyük havalimanı ise İngiltere’nin en işlek havalimanı olan Heathrow oldu.

KONTROLÖR VE PİLOTLAR UZAKTAN KULEYE KARŞI!

Hava trafiğinin uzaktan yönetilmesi, geleneksel kuleler inşa etme maliyetini ortadan kaldırmakla kalmıyor. Aynı zamanda personel maliyetlerini de düşürüyor. Resmi rakamlar, yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde kontrolör maaşlarının yıllık 2,8 milyar Dolar’ın üzerinde olduğunu gösteriyor. Bu sistem ile birden fazla havalimanını yönetebilmek, kulelerin şu anki geleneksel şu işleyişine göre radikal bir değişim getirecek. Bu gelişme uzaktaki merkezlerde görev yapan kontrolörler aynı anda farklı havalimanlarındaki trafiği yönetmek için lisans sahibi olabileceği anlamına geliyor.  Yani uzaktaki merkezlerden yönetilen hava trafiği, maliyet konusunda ciddi  bir avantaj sunacak gibi görünüyor.

Her radikal fikirde olduğu gibi uzak kule sistemi de çeşitli eleştiri ve itirazları da beraberinde getiriyor. İlk eleştiri hiçbir havaalanının kendine özgü şartlarının diğerine benzemiyor olması. Havanın daha ince olduğu ve uçaklar için daha az taşıma yaratabilecek bir dağ üzerine inşa edilen havalimanında, deniz seviyesinde inşa edilmiş havalimanına göre pist daha uzun olacaktır. Bir yerleşim bölgesinin yakınındaki havalimanında, etrafında yerleşim bölgesi olmayan havalimanına göre daha sıkı gürültü azaltma prosedürleri uygulanabiliyor. Bu yüzden Uluslararası Hava Trafik Kontrolörleri Federasyonu, fiziksel yerleşim ve prosedürlerdeki bu farklılıkların, birden fazla havalimanı için çapraz eğitim alacak kontrolörlerin işini zorlaştıracağını düşünüyor.

Avrupalı pilotların çıkarlarını temsil eden Avrupa Kokpit Derneği işi daha da ileri götürüyor. Bir kontrolörün birden fazla havalimanını yönetmenin, “parçalanmış durumsal farkındalığa yol açarak yanlış anlamalara, karışıklıklara ve diğer çalışma hatalarına yol açabileceğini, dolayısıyla operasyonların güvenliğini önemli ölçüde azaltma potansiyeline sahip olduğunu” iddia ediyor. Bu tür girişimlerin, “kontrolörlerin performansını olumsuz etkileyebileceğinden ve güvenlik tehlikelerine yol açabileceğinden” endişelendiklerini belirtiyor.

Bazı bilim insanları ise bir kontrolörün farklı zamanlarda farklı havalimanlarındaki trafiği yönettiğinde, geçişler arasında kafa karışıklığı yaşayabileceğini düşünüyor. Yani kontrolörün o sırada trafiği yönettiği meydan yerine başka bir meydana yönelik prosedürleri uyguladığı korkutucu senaryolar konuşuluyor. Bu sisteme geçişte endişelerin ele alınması, teknolojinin nimetlerinden de faydalanılarak hata olasılıklarını azaltan sistemler ve prosedürler geliştirilmeli önerisi yapılıyor.

1920’de, o ahşap kulübedeki herhangi biri hava yolu ile seyahat sektörünün ne kadar büyük bir potansiyeli olduğunu tahmin edebilmiş midir bunu bilmiyoruz. Bugün gelinen noktanın, o dönemdeki insanların en çılgın hayallerinin bile ötesinde olduğu kesin. havalimanlarının ikonik yapıları olan hava trafik kontrol kuleleri ile ilgili bundan sonra ne gibi gelişmeler yaşanaca ve ilkler hep Londra’da yaşanmaya devam mı edecek onu da hep birlikte göreceğiz…

adbanner