Uzun mesafeli bir uçuşta film, izlerken kendinizi ağlarken bulduğunuz oldu mu? Cevabınız ‘evet’ ise; merak etmeyin yalnız değilsiniz!
Yüksek irtifalarda seyahat ederken ağlamaya daha meyilli olduğumuz bir gerçek. Çünkü göz yaşı kanallarımız gökyüzündeyken; yere göre daha fazla hassaslaşıyor.
Virgin Atlantic tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçları ilginç şeyler söylüyor. Erkek yolcuların yüzde 44’ü, hayatları boyunca en az bir uçuş sırasında, göz yaşlarını gizlemek için, battaniyenin altına girdiğini itiraf ediyor.
Ankete katılanların yarısından fazlası, yerden 10 km yüksekte daha duygusal bir ruh haline büründüklerini; göz yaşlarının normal zamana göre daha fazla akma eğiliminde olduğunu söylüyor. Alınan sonuçlar üzerine, havayolu çareyi, uçak içi eğlence sisteminde yüklü olan filmlerin öncesinde “duygusal sağlık uyarıları” eklemekte buldu. Bu garip fenomenin altında bilimsel bazı gerçekler de var.
Neden Ağlıyoruz?
Bu sorunun kendisi bile başlı başına bir gizem aslında. Neden bazı duygular; gözbebeklerimizden aşırı sıvı akışını tetikliyor? Üstelik aynı duruma bir soğan da sebep olabiliyor!
Bu, insanlar için benzersiz bir özellik. Bilim insanları, bunun bağlanma ile ilişkili evrimsel bir davranış olduğunu öne sürüyor. Ağlamak, bizi rahatlamaya teşvik ediyor, bu da başka insanlar ile sosyal bağlarımızı da güçlendiriyor. Uzmanlar, ağlamanın hem iyi hem de kötü pek çok duygu tarafından tetiklenen; karmaşık bir durum olduğu görüşünde birleşiyor. Teoriye göre ağlamak, diğer insanların bizim için üzülmelerine sebep oluyor ve bize sosyal bağlar oluşturmak konusunda bir rahatlık veriyor. Belki de, uçakla seyahat ederken; bu sıra dışı korunmasız ortamda, ilkel davranışlarımız devreye giriyor ve kendimize müttefikler bulmaya çalışıyoruz.
Bu noktada, insanların aslında ağlayan tek canlı olmadığını belirtmek gerek. Ancak hayvanlar çeşitli duygulara sahip olsalar da; bir tepki olarak değil; sadece gözyaşı kanallarını temiz tutmak için ağlıyor. İnsanlar için ise ağlamanın, rahatlama, öfke, sevinç gibi pek çok farklı duygusal karşılığı var.
1980’lerde bunu kapsamlı bir şekilde inceleyen biyokimyacı William H Frey’e göre, kadınlar erkeklerden beş kat daha fazla ağlıyor. Bu, gözyaşı oluşumunda doğrudan ilişkili olan ve kadınlarda, erkeklere göre daha yüksek konsantrasyonda bulunan prolaktin hormonu ile ilgili.
35 farklı ülkenin insanlarının incelendiği bir Çapraz Kültürel Araştırma sonucuna göre; ABD ve İsveç’in de dahil olduğu, daha zengin ülkelerdeki kadınların, Nijerya ve Nepal gibi gelişmekte olan ülkelerdeki kadınlara nazaran daha fazla ağlamaya meyilli oldukları görülüyor.
Ağladıktan sonra kendimizi iyi hissetmemizin altında da bilimsel bir sebep var. Ağlarken, vücudumuz nörotransmitter lösin enkefalin salgıladığı için; ağlamak doğal bir ağrı kesici niteliğine kavuşuyor.
Uçakta Ağlamak Neden Şaşırtıcı Olsun?
Uzmanların bu konu hakkındaki genel yorumlarını bir kaç başlıkta toparlamak mümkün.
Uçmanın bizi savunmasız bir duruma sokmuş olduğu için ağlamaya meyilli olduğumuz tezi en çok öne çıkanlardan biri. Beynimiz her zaman konfor ve güvenlik arayışı içinde. Bu yüzden de yerden kilometrelerce yüksekteyken, beyin kendisini rahatlatacak opsiyonlar oluşturmanın derdine düşüyor. Kontrolün bizde olmadığı uçuş anı gibi özel durumlarda ağlamak beynimizin verdiği en kolay emirlerden biri haline geliyor.
Uçakla seyahat ederken, hiç alışık olmadığımız bir ortamda, metal bir tüpün içinde, yerden kilometrelerce yüksekte, günlük yaşantımızdaki konforumuzdan çok uzakta; tanımadığımız insanlarla ve hatta bir takım yabancı seslerle çevrelenmiş şekilde olduğumuzun farkındalığı, beyninize ağlamaya başlama emri vermek için fazlasıyla yeterli.
Bütün bunlara daha düşük basınç ve oksijen seviyesine sahip bir ortamda olmanın fizyolojimiz üzerindeki etkisini eklemek gerek. Çünkü bu şartlar hem bedeniniz hem de zihnimizi kararsızlığa ve huzursuzluğa itiyor.
Seyahat, birçok insan için stresli bir deneyim. Bilinmezlerle dolu, daha önce hiç gitmediğimiz bir yere, kaygılarla dolu bir seyahat ediyor olabiliriz; bilinmeyenleri keşfedeceğimiz bizi heyecanlandıran bir yolculuğa çıkmış olabiliriz ya da belki de bildiğimiz yerlerde ve sevdiğimiz insanlarla bir araya geleceğimiz bir yolculuktayızdır. Şartlar ne olursa olsun; uçuştan önce belirli prosedürler için koşuşturup zaman harcıyoruz. Check-in yaptıktan, bagajımızı bırakıp güvenlikten geçtikten sonra, yorgun argın uçağa binebiliyoruz. Bu noktada ortaya çıkan rahatlama hissiyatı da daha kolay ağlamak konusuna katkı yapan bir başka faktör. Çünkü bir çok bilimsel çalışma, ağlamanın aslında olumlu ya da olumsuz sebebe bağlı stresli bir sürecin ardından oluşan rahatlama hissiyatının da sonucu oluştuğunu doğruluyor.
Kabindeki Havayla Ne İlgisi Var?
Yüksek irtifalardaki hava daha ince ve oksijen seviyesi çok düşüktür. Bu nedenle uçaklar, kabin basıncının 5.000-8.000 feet aralığında irtifalardaki seviyeye eşit tutulabilmesini sağlayan akıllı sistemlere sahiptir. Bu durum uçak içinde bizim de kanımızdaki oksijen seviyesinin yüzde 25 civarında azalması anlamına gelir. Aynı zamanda, kabindeki havanın kalitesi de pek sağlıklı değildir. Çünkü uçak kabininde, sürekli dolaşım halinde olan; nemlilik oranı düşük kuru ve kalitesiz bir hava vardır. Hal böyle olunca, yolculuk boyunca bu ortama maruz kaldığımız için başta yorgunluk olmak üzere sinirlilik, konsantrasyon bozukluğu, yerinde duramama, karar alma mekanizmasında bozukluklar gibi pek çok duygu durum karmaşasına neden olabilir.
Yorgunluk ve diğer bahsedilen olumsuz hissiyatlar da, ruhsal durumumuzu alt üst edip bizi bir ağlama nöbetine karşı daha savunmasız hale getiren diğer faktörler arasında.
Uçak İçi Eğlence Sistemleri mi Suçlu?
Uçuşta özgürce ağlayabilme potansiyelimizin daha yüksek olmasının bir nedeni de, tamamen yabancı insanlarla dolu, uçan bir tüpün içinde seyahat ederken, modern uçak içi eğlence sistemlerinin, bizi yalnızlık hissine itiyor olması.
Davranış psikolojisi üzerine çalışan Jo Hemmings konuyla ilgili şöyle diyor: “Uçakla seyahat ederken, duygusal bir izolasyon hissediyoruz. Bir kulaklık, bir kaç metre önümüzdeki düşük çözünürlüğe sahip bir ekran, gökyüzünde duygusal olarak uyarılma ihtimalimizi artırıyor; odağımız içe doğru dönüyor. Duygularımıza daha kolay erişiyoruz. Ortamda dikkatimizi dağıtacak çok da fazla bir etken yok. Çünkü normal bir zamanda film izlerken yanımızdakiyle sohbet etmek, birileriyle mesajlaşmak ya da başka bir şeylerle uğraşabiliyoruz. Uçakta bunların hiç biri olmadığı için izlediğimiz filme kendimizi normalde olduğundan daha fazla kaptırıyoruz. Hem görsel hem de işitsel olarak filme bu kadar konsantre olmak zorunda kalmamız; filmdeki oyuncuların ve sahnelerin adeta bizim için çekilmiş olduğunu düşündürecek kadar duygularımızı yoğunlaştırıyor. Tüm duyularımızla ekrana bağlanma durumunun da evimizdekinden çok daha fazla ağlama hissiyatı oluşturması muhtemel.” Zaten, insanların doğası gereği, bilinmeyen bir yerde yalnız kalmak konusuna her daim yakınlık duygusu olduğu biliniyor. Uçakta da insanlarla çevrili olsak da, bazen yalnızmışız gibi hissedebiliyoruz.
Bu gözyaşları hiç tanımadığınız koltuğunuzu paylaştığınız yabancı insanlara rağmen dökülüyor. Bu kapalı alandaki duygusal izolasyon ortamı, “yabancı samimiyet” olarak bilinen bir tepkiyi besleyebiliyor. Bu durum “Uçarken Ağlamak-Uçak İçi Eğlence Sisteminin Samimiyeti” isimli bir akademik makalede ayrıntılı şekilde ele alınmış.
Çeşitli sosyal çalışmaların sonucunda gözlemlenen ortak bir görüş de bu durumu destekliyor. İnsanlar yabancılarla çevrili oldukları bir ortamda; dostları ve aile üyelerinin bulunduğu bir ortama göre daha fazla duygularını paylaşma eğiliminde. Ağlamak da bu durumun en önemli örneklerinden biri. Hemmings: “Bizler, tanıdığımız biriyle değil, kendi başımıza uçarsak, ağlamaya daha yatkınyız” diyor.