Uçak Pencereleri Neden Oval?

Uçuşlarında cam kenarı koltuğunu tercih edip, tüm yolculuk boyunca oval bir pencereden dışarıyı seyredenlerden misiniz? Peki o pencerelerin neden köşeli değil de oval bir şekle sahip olduğunu hiç düşündünüz mü? Sıkı durun: bugün size bunun estetik bir kaygı taşımanın ötesinde uçuş güvenliği için çok önemli bir detay olduğunu anlatacağım…

De Havilland Comet… İngilizlerin büyük umutlarla gökyüzüyle buluşturduğu efsane… Menzili kısa, hızı düşük, kabini gürültülü ve konforsuz pervaneli uçakların o güne kadarki hegamonyasına son verip havacılıkta yeni bir çağı – jet çağını- başlatan ilklerin uçağı…

İkinci Dünya Savaşı ile önemi giderek artan jet motorlarının yolcu uçaklarına entegrasyonu savaşında İngiliz Comet, iki Amerikalı rakibi Boeing 707 ve Mc Donald Douglas DC-8’i geride bırakmayı başarmıştı.

Savaşın bitiminden sadece 4 yıl sonra, 1949’da alüminyum gövdesi, 4 jet motoru ve kocaman dikdörtgen pencereleri ile adeta gelecek zamanı anlatan filmlerden fırlamış gibi görünen Comet, fabrikadan çıkmış ve test uçuşlarına hazırdı. 1949 yılının 27 Temmuz günü, Comet’in ilk uçuşunu yapıp gökyüzüyle tanıştığı gün olarak tarihe geçti.

2 Mayıs 1952’de jet motorlu yolcu uçağı Comet, British Overseas Airways Corporation renkleriyle Londra’dan Johannesburg’a 36 yolculu ilk seferini 23 saat 34 dakikada yani pervaneli rakibi Lockheed Constellation’a göre 6 saat daha erken tamamladı. Böylece havacılık tarihinde yeni bir sayfa açtı. Saatte 807 kilometre hıza ulaşabilen uçak, 13 bin metre irtifada seyredebiliyordu. Tüm dünyada sükse yapan uçak, kelimenin tam anlamıyla peynir ekmek gibi satıyordu…

Hidrolik sistemle çalışan uçuş kontrol yüzeylerine sahip olan dünyadaki ilk uçak olan Comet’in bazı sorunları vardı. Pilotlar hidrolik sıvısını arada kendileri takviye etmek zorunda kalıyordu. Elektrik ve navigasyon sistemi aşırı ısınmaya meyilliydi. Kokpit pencereleri buğulanıyordu. Full yakıtla sadece 4 saat gidebiliyordu. Ancak asıl önemlisi, uçakta sonradan anlaşılacak olan çok büyük tasarım problemleri vardı.

İlk yolculu uçuşun üzerinden 5 ay geçtikten sonra Comet ile ilgili irili ufaklı kaza haberleri gelmeye başladı. Önce Roma’da sonra Karaçi’de daha sonra Dakar’da uçaklar çeşitli kazalara karıştı. 2 Mayıs 1953’te yani Comet’in ilk yolculu seferinden tam 1 yıl sonra Canadian Pacific Havayolları’na ait Comet, Hindistan’ın Kalküta şehrinden kalktıktan hemen sonra düştü. Uçaktaki 43 kişinin tamamı hayatını kaybetti.

10 Ocak 1954’te bu kez Roma’dan kalkan bir başka Comet havada infilak etti. 29 yolcu ve 6 mürettebat can verdi. 3 ay sonra Güney Afrika Havayolları’na ait bir Comet yine Italya sınırları içinde düşüyor ve adeta sabrın sınırlarını zorluyordu.

Düşen uçakların enkazları inceleniyor; kazaların pilotaj hatası ya da mekanik problemlerden kaynaklandığı sanılıyor ancak gerçek neden bir türlü belirlenemiyor ve Comet giderek kan kaybediyordu.

Kazaların nedenini belirlemek için uzman bir ekip kuruldu. Havacılık tarihinin en pahalı araştırmalarından biri başladı. Enkazlardan anlaşılan tek şey, uçakların havada bir sebepten ötürü patlayarak parçalanıyor olmasıydı. Durumu anlamak için Comet’lerden birinin gövdesi büyük bir su tankına batırıldı. 9,000 uçuş saatine eşdeğer basınca maruz bırakılan gövdenin yüzeyindeki gerilim değerlerinin ölçüldüğü çeşitli testler yapıldı.

Sonuç İngilizler için tam bir fiyaskoydu: uçağın ağırlığını azaltabilmek için gövdesi çok ince tasarlanmıştı. Ayrıca pencerelerin köşeli tasarımı kazaların en büyük nedeniydi. Çünkü uçak gökyüzünde seyrederken, havanın gövde üzerindeki akışı sırasında pencerelerin dört köşesinde de yüksek gerilim oluşuyor ve bu gerilim zamanla pencerelerin etrafında çatlaklar oluşturuyordu. Oluşan çatlaklar ise zamanla gövdede ilerliyor ve uçağın adeta havada kağıt gibi yırtılmasına neden oluyordu. Kısacası dünyanın ilk jet motorlu yolcu uçağının yeniden tasarlanması gerekiyordu.

İşte uçak pencereleri o günden sonra kavisli yani oval hale getirildi. Odak noktası olmayan kavisli pencereler uçuş esnasında gövde üzerinde meydana gelen gerilimin dengeli bir şekilde dağılmasına neden oluyor; çatlak ve kırılmaları en aza indiriyor. Uçaklar bu sayede basınç farklılıklarından etkilenmiyor.


İlgili Haber | Uçak Penceresindeki Küçük Deliğin Sırrı


Comet, daha sonra tasarımsal değişiklikler yapılarak Comet 2-3-4 isimli farklı modelleriyle piyasaya sürülse de kabarık sabıkasının yarattığı olumsuz algıyı bir türlü yıkamadı ve hiçbir zaman aranan bir uçak olamadı. Toplamda 114 tane imal edilen Comet uçaklarının sonuncusu da 14 Mart 1997’de emekliye ayrılarak bu hazin öykünün finalini yaptı. Jet çağını başlatan devrimci uçak, aynı zamanda havacılık tarihinin en başarısız ve sabıkalı uçakları arasında anılmaya mahkum olmuştu.

Uçaklar daima olabildiğince yüksek irtifalarda seyretmek ister. Bunun birkaç nedeni var: Yerden yükseldikçe hava incelir ve yoğunluğu azalır. Bu yüzden daha az sürtünmeye maruz kalan ve dolayısıyla daha az yakıt tüketen uçaklar yüksek irtifalarda çok daha yüksek hızlara ulaşabilir. Aynı zamanda uçakların meteorolojik olayların gerçekleştiği ve türbülansların oluştuğu seviyenin üzerinde uçması, yolcular için seyahati daha güvenli ve konforlu hale getirir.

Ancak Comet’in kısa hikayesinde de gördüğümüz üzere, yüksek irtifalarda uçma isteğinin, oluşan basınç farkı nedeniyle böylesi hayati sonuçlar doğurması; basit gibi görünen bir tasarım tercihinin bile, havacılık endüstrisi için ne kadar önemli bir detay olabileceğinin göstergelesi. İşte biz hep bu yüzden ‘havacılıkta kurallar kanla yazılır’ diyoruz.

Hiç kimsenin kanıyla yepyeni kuralların yazılmaması dileğiyle.

adbanner