Stockholm, Floransa ve Kudüs Sendromu’nun ardından işte bir tane daha: Paris sendromu!
‘Paris sendromu’ varlığı bilimsel olarak da kanıtlanmış olan özellikle Japonlarda görülen geçici psikolojik bir rahatsızlık. Araştırmalar, her yıl Paris’e gelen Japon turistlerin ortalama 20’sinin bu sendromu yaşadığını gösteriyor.
İlk kez 1986 yılında Japon Profesör Hiroaki Ota tarafından tanımlanan hastalığa yakalanan bireylerde halüsinasyon görme, hissiyat değişikliği, kaygı gibi birtakım psikiyatrik semptomlar ile sarsıntı, taşikardi, terleme gibi psikomatik belirtiler görülüyor. Genellikle bu sendromdan 30’lu yaşlarda ilk kez yurt dışına çıkan Japon kadınlar muzdarip. Hastalığın tek tedavisi, bireyin ülkesine dönmesi ve bir daha asla Paris’e gelmemesi.
Hastalığı en basit şekilde kültür şokunun şiddetli bir biçimi olarak tanımlamak mümkün.
Sendrom, Paris’e gelmeden önce, şehir hakkında duyduklarını kafasında mitleştirmiş insanları vuruyor. Paris’i sokaklarından parfüm kokuları yayılan, her yanından güzel müzikler duyulan bir şehir zanneden bu arkadaşlar, etrafın harika Fransız kadınlarıyla, centilmen Fransız erkekleriyle dolu olacağını düşünüyor. Bunların hepsi hastalanma sebebi.
‘Amelie Poulain’ filmindeki gibi bir hayatla karşılaşacaklarını, aşk şehrinde ışıltılı sokaklarda gezeceklerini düşünenler gerçekle yüzleşince bu durumu kaldıramıyor ve depresyona giriyor.
Toplum içinde resmi, sakin ve ciddi bir yapıya sahip olan Japonların, daha rahat, öfkesini çabuk belli eden ve ruh hali hızlı değişen Fransızların kültürüne ayak uydurması büyük zorluk yaratıyor ve rüya şehir tam bir kabusa dönüyor.
Kültür ve dil farkı, beklentilerinin karşılanamaması gibi faktörlerin yanı sıra jet lag gibi olaylar da bu sendromu tetikliyor.
Japon büyükelçiliğinin, Paris sendromuna yakalanan vatandaşlarıyla ilgilenen 7/24 destek hattı ile sendroma yakalanan insanlara hastane bulmalarında yardım eden uzmanları bile var.